Bir zamanlar Hacettepe ve diğer belli başlı 7 Tıp Fakültesi şöyleymiş. Bunu ben Hacettepe'deyden, Halk Sağlığı hocalarımdan biri anlatmıştı. Ben de dinlerken müthiş bir hayal kurdum, o hayale bağlandım, tutkuyla doldum. Size anlatayım.
Bir zamanlar, Hacettepe'nin dönüm dönüm çiftliği varmış. Orada tavuklar, kazlar, hindiler, koyun ve keçiler hatta inekler varmış. Kendi gıdasını kendi eker, biçer yetiştirirmiş. O çiftlikten gelen gıdalarla hazırlanan yemekler hem hastalara hem de öğrencilere ve hastane personeline ikram edilirmiş.
Tıp Tarihi dersinde de bir başka hocam şöyle bir şey anlattı. Eskiden hastahaneler doğanın en temiz, en huzur verici ve ilham verici yerlerine yapılırmış. Muhakkak her oda güneş alacak şekilde tasarlanırmış. Hele ki deri hastalıkları tedavisi yapılıyorsaa kaplıca ve şifalı sular da dahil edilirmiş.
Bir de şimdiki hastahane yapılanmalarına bakalım. Elbette müthiş teknolojik. Senelerdir hastahaneleri çerisinde yaşayan biri olarak rahatsız olduğum hususlar var. Odalar, bina çok karaktersiz geliyor. Sanki acıyı, ağrıyı susturmaya çalışırken sevinmeye gülmeye ne bileyim şaşırmaya da yer kalmıyor gibi. Hatta insanların yüzleri bile kayboluyor gibi. Aynı kıyafetler, aynı koridorlar, duvarlara asılan resimler bile aynı. Katları çıkıyorsunuz, koridorları aşıyorsunuz aynı aynı şeyler. Sanki bir korku filminde ürkütücü bir labirentte kaybolmuşum gibi, ürperiyorum.
Sonra yemek! Bizim kültürümüzde şöyle bir şey vardır, biri hasta olunca böyle leziz, enfes, yarayışlı ve kıymetli şeyler hazırlanır. Daha şifalı baharatlar konur, vücudun girdiği yıkım süreci desteklenir. Ama hastahane yemekleri sağlıklı bedeni bile hasta edecek neredeyse. Hadi sağlıklı olduğundan öyle diyelim ama hangi yağı koyuyorlar, süt nereden misal biliyor muyuz?
Hayal ediyorum, doğanın içinde, şifalı suların aktığı, kendi gıdasını kendisi yetiştiren bir yer olsun, şifahane olsun ismi. Oraya vardığımızda zaten bedenimiz, zihnimiz bir ferahlasın. İnsan acı duyarken, ağrı çekerken, iyileşirken şöyle baksın etrafına ve ferah ferah olsun yüreği, zihni. Şifalı ve enfes yemekler yesin, sabah ne bileyim fırından gelen müthiş bir koku ile uyansın, salatasını kendi yapmak istediği için çıkıp toplasın. Yumurtasının sarısı kırmızıya kaçsın misal, çünkü biber salçası hafif kurumuş diye aşçı salçayı tavuklara dökmüş olsun. Kahvaltıda herkes bu hikayeye gülsün.
Dikkat ettiyseniz, muayenehane, hastahane bunlar hep hane eki içerir. Evdir çünkü. Yaralandığımızda koştuğumuz, bizi saran sarmalayan, koruyan ve sağaltan evler. Ev ruhunu hissetmeyi içimizde bir yerler arzu eder.
Yeni seneye yürekten dileğim, böyle bir mekan olacak. Benim pembeli köşklü muayehanemden başlasın, şifalanan tüm yüreklerin duasına eklensin, gerçeğe dönüşsün.
Sağlıcak ve afiyetle!
Comments